14 Temmuz 2013 Pazar

burası hep eksik kalacak

Bunları yazmak için bekledim. Zaman verdim biraz kendime. Ama şunu anladım ki zaman bazen ilaç değildir. Hatta zaman çoğu zaman derde deva olmaz, uyuşturmaz, avutmaz, kollarını açıp içine almaz seni. O daha çok seni senle başbaşa bırakır.

Ali, bu yazıyı sana yazıyorum canım kardeşim. Seninle beraber Mehmet'e, Abdo'ya, Ethem'e, Medeni'ye yazıyorum.

Hayatta kırılma noktaları vardır. Bir alev topunun göğüs boşluğundan midene kadar indiğini hissedersin, sonra alakasını kuramadığım bir şekilde burnunun ucuna iğneler batar.

Ali, ben senin yeşit tişörtlü, gözlerini muhtemelen ışığın almasıyla kıstığın, başını hafif yana eğdiğin, yüzünde iç ısıtan o gülümsemenin olduğu fotoğrafını gördüm ilk. Seni o fotoğrafta tanıdım yemin ederim. Böyle hissetmeme şaşırmıyorum.

19 yaşımı düşünüyorum şimdi. Hem çok uzun hem çok kısa bir zamanmış gibi. Ruhun yaşlanmadığını düşünürsek herkes bazen biraz 19'dur. Ama hep 19'unda kalmak tercih değildir.
Şimdilerde heryerde olan ne hikmetse 20 dakikası silinmiş delil teşkil edecek kamera kayıtları dolaşıyor. İzleyemedim. Ben hep o hesaplı gülümseyen yeşil-mavi fotoğrafta hatırlayacağım seni.
Buralar aynı, vicdan namına değişen hiçbirşey olmadı. Eli sopalılar, palalılar dışarda. Polis ve saldırganları ayırt edemediğimiz anlar oluyor yine.

Güzel kardeşim, görebeilecek miyiz aydınlık günleri bilmiyorum. Sen, siz neredesiniz? Orası epey kalabalık olmalı. Nasıl gözüküyor buralar oralardan bakıldığında? Burası hep eksik kalacak.
Tek bildiğim eskisi gibi olmayaca bir şeyler. Son sözü yazmayacağım canım kardeşim.Son söz diye birşey yok biliyorsun.
Ethem'e, Abdullah'a, Mehmet'e, Medeni'ye selam. Güzel ve huzurlu uyu, uyuyun.



2 Temmuz 2013 Salı

teşekkür.

Uzun zamandır aklıma Birhan Keskin'in o malum şiiri var.
"Yol uzun, güzergah zorlu
ne demeliyim.." 
Bunu sık sık tekrarlıyorum sana daha önceden söylemiş miydim Nazlı ?
Sen yazınca üzerimdeki tozu üfledim, sen sağ ol. 
Uzun ve zorlu güzergahlar bizimdir kabul ama varabilecek miyiz o ufka ben hep bunu düşünür oldum. Değişiyoruz, değişeceğiz ve en nihayetinde değiştik.
Bir kalabalık güruhta biri bir sitem etti bize, unuttuklarımızı hatırladık. 
Bu sana teşekkürdür; yollarını beraber arşınladığımız, tırnaklarımızı kopararak çıkış yolları aradığımız, korkuyorumlarıma hep metanetle yaklaşan, limonu halimi görünce ağzıyla koparan, arnavut kaldırımlara beraber izler bıraktığımız zarif kardeşim. 
Güzel günlere inanıyoruz bazen. Güzel olan beraber inanabilmek değil midir zaten?

biraz saçmalıyorum, affola.

"ben senin sonsuzundan bir alkolik çocuğum"
alkolden çektiğim elim pankartlar taşıdı, alkolden kısılan sesim sloganlara karıştı, çav bellalar döküldü paçalarımdan. lacivert! güvenin rengidir kimine göre. güvendiğim dağlar bu şehirde yok. kafamı kaldırınca kendimi güvende hissetmemi sağlayacak bir dağ yok burada. küf, sülfür, zift karası.
zift karası saçlarım da. siyah, simsiyah. si-yah! duyduğun ses benim sesim, duvarları tekmeleyen, masaları yumruklayan eller ayaklar benim. vazoları, lambaları parçalayan çocuk benim. genç değil, çocuknozaliyim. ben, istemedim böyle olsun.
Ben Edip Cansever bilirim, ah muhsin ünlü içerim, emrah serbes konuşurum. ben sait faik gibi pancoyu ararım. bulurum, kaybederim tekrar ararım. ben bu sokaklarda yırtık pantolonlarımla serseri olarak anılırım. şimdi kim tutar beni bir sigara daha yakarım. insanı severim. insanı korurum. arkadaşlarımı etrafıma toplarım, anlatırım. arkadaşlarımı yanıma oturturum, dinlerim. dinledikçe turgay kantürk’e kaçar rengim, gözaltlarım turgut uyar askeri gibi kamuflaja bağlar. ben bu dünyaya bunun için gelmişim. kışlara varırım, kışları yaşarım. yazları panik atak geçiririm. yazları acırım. insan olan yerlerim ağrır derim birhan keskin gibi babamın hecesini “ba" da bırakır, çeker giderim.
kapıları çarpmam annem ürker. kapıları kırmam o kadar güçlü değilim. anne derim, nasılsın, bir isteği var mı derim. annem bana sadece “biliyorum ne kadar yıprandığını" der. annemin çaresizliği evin duvarlarını çatlatır. su yürür ayaklarımıza. ben içmeye erken başladım, bugün de biraz erken başladım.
şimdi bir kedi ölmüş. odamın penceresinin altında duran bir arabanın tepesinde yatıyor. bakıp geleyim hala orada mı. hala orada. ağaçtan düşmüş olmalı. ağaca nasıl çıktı bilmiyorum, belki cani bir karga düşürdü ve bulamadı düştüğü yeri. orada öylece yatıyor. hergün kontrol ediyorum. yatıyor.
nick drake bana demişti ki, sevdiklerinden uzağa düştüğün zaman. işte o zamandı zaten. hala uzaklardayım. tatlı tatlı anlatacağım sana demişti, thom yorke elinden gelen her zaman yeterlidir demişti. thom yorke sakin ol demişti.
ben medilimde kan sesleri diye iç geçiririm, tek başıma dikilirim balkonlarda, çatılarda, canım sıkılınca kuş vurmayacağım sayın ülkü tamer. zorlamayın. çok canım sıkılıyor. elim ayağım titriyor. korkudan mı diye düşünüyorum bazen. değil sanırım. şu aralar en çok konuştuğum insanın adı bir şiir. hikayeler anlatıyor. üç kelime. bulut dersin, yağmur düşer. yaprak dersin, kavaklar sallanır kökünden. rüya dersin, rüya gördüğün yastığını paylaşan insanlar gelir. the science of sleep.
yine gidiyorum sizden. yine aynı şey.